NATO Füze Kalkanı
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Soğuk Savaş yıllarında Doğu ile Batı blokları arasındaki nükleer dehşet dengesinin ana unsurlarından birisini oluşturan, 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’nin komşularının envanterine de girmeye başlayan balistik füzelerin Türk kamuoyunun gündemine gelmesi ve Türkiye’nin tehdit algılamaları arasında kendine yer bulması 1991 Körfez Savaşı sırasında olmuş, Irak’ın Scud ve türevi balistik füzelerine karşı Türkiye’nin kendini koruyacak imkânlara sahip olmadığının fark etmiştir. Bu yönde somut bir adım atılmamış. NATO’nun Kasım 2010’daki Lizbon Zirvesi’nin beklenmesi gerekmiştir.
Lizbon Zirvesi’nde Türkiye, İttifak’a yönelik balistik füze tehdidinin birincil ve öncelikli kaynağı olarak İran’ın adının açık bir şekilde zikredilmesine karşı çıkarak gerek yurtiçi gerekse uluslararası kamuoyunda tartışma yaratmıştır. Lizbon Zirvesi’nden sadece 9 ay sonra bu kez de, İran’dan fırlatılacak balistik füzelere yönelik olduğu hakkında hiç kimsenin tereddüt duymadığı bir füze tespit radarının ABD tarafından Kürecik/Malatya’ya konuşlandırılmasına Ankara tarafından onay verilmesiyle, füze kalkanı iç siyasi tartışmaların ve kamuoyu gündeminin öncelikli konularından birisi konumuna yükselmiştir. Bu radara gerçekten gerek duyulup duyulmadığı, Türkiye’nin savunma ve dış politika dinamikleri üzerindeki yansımaları, iktidardaki hükümetin ABD ile ilişkileri, Kürecik’teki radarın İsrail’in füze savunmasına katkısının olup olmayacağı gibi muhtelif açılardan irdelenir ve hararetli şekilde tartışılır olmuştur.
NATO, her geçen gün daha fazla devletin sahip olduğu ya da geliştirdiği balistik kısa ve orta menzilli füze sistemleri nedeniyle ‘büyüyen bir tehditle’ karşı karşıya olduğu görüşünü savunuyor. İttifak içinde Ortadoğu ve özellikle de İran’da böylesi binlerce kilometre uzağa gönderilebilecek ve Avrupa’ya ulaşabilecek orta menzilli füzeler olduğu belirtiliyor. Peki bu füze kalkanı nasıl çalışıyor: Kalkan, radar ve savunma sistemlerinin bulunduğu bir ağdan oluşuyor. Bu ağları, karada ya da gemilerde konuşlandırmak mümkün. Ağ sisteminin, Avrupa’ya ve NATO müttefiki ülkelere gönderilecek olası füzeleri uydular aracılığıyla belirlemesi ve yok etmesi hedefleniyor.
Balistik Füze Savunma projesi Dört aşamadan oluşmaktadır;
• İlk aşama (2011’den itibaren): İzleyen iki sene içinde, Avrupa’yı ve burada bulunan Amerikan askerlerini tehdit eden bölgesel balistik füze tehdidine karşı, gemilerde konuşlandırılabilen Aegis Silah Sistemleri, SM-3 (Blok IA) savunma füzeleri ve taşınabilir radar izleme sistemleri (AN/TPY-2) gibi sensörlerini içeren mevcut ve denenmiş füze savunma sistemlerinin yerleştirilmesi.
• İkinci aşama (2015’ten itibaren): Daha geniş bir bölgeyi kısa ve orta menzilli füzelerden korumak amacıyla uygun testlerden sonra, SM-3 savunma füzelerinin hem kara hem de deniz için geliştirilmiş ileri versiyonlarının (Block IB) ve ileri versiyon sensörlerin yerleştirilmesi.
• Üçüncü aşama (2018’den itibaren): Şu anda geliştirme aşamasında olan daha ileri SM-3 Blok IIA savunma füzelerinin geliştirme ve test süreci tamamlandıktan sonra kısa, orta ve orta üstü menzile sahip füze tehdidine karşı yerleştirilmesi.
• Son aşama (2020’den itibaren): SM-3 Blok IIB füzelerinin geliştirme ve test süreci tamamlandıktan sonra bu füzelerin, orta ve orta üstü menzile sahip füze tehdidine ve gelecekte ortaya çıkacak olan ABD’ye yönelik potansiyel kıtalararası füze tehdidine karşı konuşlandırılması.
Türkiye’nin izlemekte olduğu politikayı tüm bu resme bakarak yorumlamak gerekir. Bugün Türkiye, kendisine yeniden biçilmek istenen cephe ülkesi rolünü taşımak istememektedir. İran adının zikredilmemesi yönünde gösterdiği çaba aslında İran’la ilişkileri koruma arzusu kadar, yaratılmak istenen bu kutuplaşmaya ve mevcut küresel düzene direnç göstermesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü açıkça böyle bir cepheleşmenin tarafı olmak Türkiye gibi küresel bir rol oynama çabasında olan bir ülkeyi eski kısır döngülerin içine hapsedecektir.
Türkiye’nin izlediği politika Batı ittifakı içinde alan yaratarak büyüme gayretidir. Eksen kayması tartışmalarına yol açan, Türkiye’nin aslında Batı ittifakından uzaklaşması değil, ittifakın içinde kendisine daha etkin bir rol bulma ve çözüm alternatifleri üretme çabasıdır. Aksi takdirde Türkiye’nin genel anlamda NATO tarafından tanımlanan küresel tehditlerden muaf olduğu düşünülemez. Uluslararası terörden, nükleer silahlara kadar Türkiye’nin tehdit algılaması Batı ittifakı ile örtüşmektedir. Bununla birlikte Türkiye, bu tehditler karşısında bir siyaset belirlenecekse burada söz sahibi olma arzusundadır. Dolayısıyla Ankara’nın füze kalkanı konusunda bir yandan ittifaka destek vererek “yanınızdayım” demesini, öte yandan bu konuda ince eleyip sık dokuyarak izlemekte olduğu mevcut dış politikayı koruma ısrarını, taşların yerinden oynadığı küresel düzen içinde ayaklarını yere sağlam basma çabası olarak değerlendirebiliriz.